Sesini Bulan Şair: Zeki Ömer Defne

1903’te Çankırı’da doğdu. Ankara Muallim Mektebi’ni bitirdi (1920), ilkokul öğretmeni oldu. 1925’te dışardan sınav vererek ortaöğretime geçti; Kastamonu Lisesi’nde Türkçe ve edebiyat öğretmenliğinde, müdür yardımcılığı ve vekilliğinde bulundu (1931-35). İstanbul’a..

Sesini Bulan Şair: Zeki Ömer Defne
Yayınlanma: Güncelleme: 109 okuma

1903’te Çankırı’da doğdu. Ankara Muallim Mektebi’ni bitirdi (1920), ilkokul öğretmeni oldu. 1925’te dışardan sınav vererek ortaöğretime geçti; Kastamonu Lisesi’nde Türkçe ve edebiyat öğretmenliğinde, müdür yardımcılığı ve vekilliğinde bulundu (1931-35). İstanbul’a geldikten sonra Kabataş Lisesi’ndeki öğretmenliğini sürdürürken İÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenim gördü.

1950’de Galatasaray Lisesi’ne geçti. Bu görevleri sürerken Alman ve Şişli Terakki Liseleriyle Harp Akademileri’nde de edebiyat öğretmenliği yaptı. Güçlü bir duyarlığa, yoğun bir dile ulaştığı kabul edilen şiirleri ileri yaşlarında kitaplaştı: Denizden Çalınmış Ülke (1971), Sessiz Nehir (1985), Kardelenler (1988). Edebiyat Fakültesi bitirme tezi de TDK tarafından basıldı: Dede Korkut Hikâyeleri Üzerinde Edebî Sanatlar Bakımından Bir Araştırma. Zeki Ömer Defne’yi Aralık 1992’de yitirdik.

Biliyor musunuz, insan hayatta bir ses arıyor. Devamlı aradığımız, adeta hayalen peşinde koştuğumuz, yakaladım derken kaçırdığımız bir ses var. Bir muhatap arıyoruz bizi anlayacak, bize sesimizden ses verecek bir muhatap…”

Bu arayış bireysel planda kalmıyor. Aynı zamanda, Zeki Ömer Defne şiirinin önemli özelliklerinden biri. Coşkuyla sıralıyor: “Anadolu’nun meşhur kayabaşı türküleriyle, yani Gevheri’lerle, Karacaoğlan’larla başladım, büyük halk ustalarından geçtim: Yunus’lardan, Pir Sultan’lardan… Aynı zamanda Fuzuli’lerin, Baki’lerin, Nef’i’lerin, Naili’lerin, Nedim’lerin, Şeyh Galip’lerin çocuğuyum. Bir yandan da Türk destanlarından geliyorum, şiirlerimde onların etkisi var. Ve memleketimin gelenek görenekleri, mahalli özellikleri… Destanların etkisi olur da dünya edebiyatına adeta maya olmuş; resmine, heykeline, mimarisine, mabetlerine maya olmuş büyük evrensel kaynağa, mitolojiye yabancı kalabilir miyim? Ruhunda bütün bunları bulan bana Japonların Ramayana türküsü, bir zenci Armstrong konu vermez mi?”

Kısaca, böylesine karışık etkilerden, esinlerden “feyz alanZeki Ömer Defne, artık Tevfik Fikret gibi “Toprak vatanım, nev’-i beşer milletim” diyor. Söz şiirden açılmışken, şiirinin tekniği üzerinde de durduk: “Ben halk şiirinden yetiştim, hece veznini âlâsıyla bilirim. Ben Divan şiirinden yetiştim, aruz’u çok iyi kullanabilirim. Ama kendi şiirimde hiçbir kayda bağlı değilim. Konu neyi emrediyorsa, ben ona tâbiyim. Elbette vezin ve kafiyeden de yeri geldiğince faydalanacağım. Onlar da müzikal birer yardımcı. Nâzım feda ediyor mu bunları? Onda iç musiki (alliterasyon) da var, dış musiki (uyak) de… ‘Ordu ordu köpüklü mor dalgalar koşuyordu…’ Şu o’lara, şu r’lere bakın…”

Çocuk denecek yaşta şiire başlayan, “kaya başlarında muhayyel sevgililere adeta Gevheri’nin dilinden, Karacaoğlan’ın dilinden seslenmeye çalışanZeki Ömer Defne’nin ilk şiiri 1923’te Çankırı’da çıkan Halk Yolu dergisinde basıldı. Şiirine güveniyordu; acele etmiyor, ün kazanmaya çalışmıyordu. Bu yüzden, İstanbul’da şiir yayımlamak için yıllarca bekledi: Erzincan depremi üzerine yazdığı şiir 1939’da Akşam gazetesinde çıkana kadar… Şiirlerini kitaplaştırmak için de hiç acele etmedi. İlk kitabı, Kültür Bakanlığı’ndan gelen istek üzerine 1971’de basıldı. İkinci kitabı 82, üçüncü kitabı 85 yaşında iken yayımlandı. Son iki kitapta “Puya’lar 1” ve Puya’lar 2” üst başlıklarınıkullandı: “Puya, And Dağları’nda yetişen, 60-70 yıl yaşayan, ilk ve son çiçeğini bu yıllar içinde verdikten sonra kuruyan bir bitkinin adı. İlk kitabım 68 yaşımdayken çıktığı için, bundan sonraki kitaplarımı böyle adlandırdım. 1939’da Edebiyat Fakültesi öğrencisiyken hazırladığım bitirme tezinin basılması için de yarım asır bekledim.”

Çocukluğu ve yetişme çağı Abdülhamid, II. Meşrutiyet dönemleri ile Balkan, Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşlarının bütün yoksunlukları, olanca acıları içinde geçmiş bir kuşaktan geliyor. Yeniyetişenlerin akıl erdiremeyecekleri yarım yüzyıllık bu “büyük bekleyiş“in sabrı, hiç kuşkusuz ki o dönemlerde kazanılmış: Babası yoksul bir hafız ve hattattı. Çankırı gecelerinde derslerine küçük bir mumun ya da beziryağı yakılan teneke kandilin ışığı altında çalışıyor; mehtaplı gecelerde sofaya çıkıp ay ışığından yararlanıyordu. Ama bütün sınıfları birincilikle geçerek ilkokul ve ortaokulu bitirdi. Bir yıl otel kâtipliği yaptıktan sonra Ankara Muallim Mektebi’nin son sınıfına girdi: “Ankara’nın en kritik günleriydi. Eskişehir’in düştüğü, göçmenlerin Haymana yollarına döküldüğü günleri yaşadım. Atatürk’ün başkomutan olduğu ve adeta Namık Kemal’in meşhur beytindeki iki kelimeyi değiştirerek (Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini / Bulunur elbet kurtaracak bahtı kara mâderini) Meclis’te ant içtiği günü Karaoğlan’da, onun sesini dinleyerek yaşadım ve gördüm.”

O yıl okulu bitirdi, ilkokul öğretmenliğine başladı. Çankırı’ya on dört saat uzaklıktaki bir köye verilmişti; yük tutmuş katırcıların ardından yürüyerek köye gitti… Dışardan sınav vererek Kastamonu Lisesi öğretmenliğine geçti. Yine dışardan sınav vererek lise mezunu oldu. On yıl sonra Kabataş Lisesi’ne atandı. İstanbul’a gelir gelmez hemen Edebiyat Fakültesi’ne yazıldı. Öğrencilikle öğretmenlik, dört yıl bir arada yürüdü: “Bazan fakülteden çıktıktan sonra Beyazıt’taki Yeşil Fırın’dan bir şeyler alır, tramvay sahanlığında yiyerek Kabataş’a yetişirdim,” diyor.

Fakültenin son sınıfında hocası Fuat Köprülü, tez konusu olarak “Dede Korkut Hikâyeleri’nin edebî sanatlar tahlili“ni verdi. Yararlanabileceği tek kaynak yoktu… Freud’lara, Bergson’lara başvuruyor; her satırda, her cümlede belki dört beş “edebî sanat“la karşılaşıyordu…

Dekan Prof. Hamit Ongunsu, onun nasıl yetiştiğini öğrenmiş, başarılı bir öğretmen olduğunu işitmişti. Çağırtıp yaşamöyküsünü bir de kendi ağızından dinledikten sonra yerinden kalkıp alnından öptü.

Bütün arkadaşlar senin gösterdiğin irade ve tecellüdü gösterebilseler…” dedi ve ekledi: “Bundan sonra Kabataş yok. Birlikte çalışacağız.” Fakültede asistan olarak kalması kesinleşmiş gibiydi. Tam o sırada, onca çalışmanın ve öğretmenliğin zihinsel yorgunlukları, ağır bir sürmenaj geçirmesine yol açtı. Tedavisi dört yıl sürecek bir sürmenaj… O yıllarda Kabataş Lisesi’ndeki görevini bırakmadı, bırakamadı… 1944’te, tümüyle iyileştikten sonra, tezini savundu ve fakülteyi bitirdi.

Elli yıl süren başarılı öğretmenlik yaşamı boyunca “takdir” gördü, “saygı” gördü… Önce öğrencisi, sonra aynı lisede meslektaşı olan Behçet Necatigil’in deyişiyle, “Sınavlarda adeta sandalyeye saplanmış gibi oturur ve çıkardığı gözlüklerinin ötesinden kelime kelime sınav kâğıtlarını okumaya çalışır“dı… Galatasaray Lisesi’ndeki öğretmenliği sırasında, okulun Tevfik Fikret Salonu’nda bir çeşit “forum” kurdu: İstanbul’un çeşitli liselerinden gelen yetenekli öğrenciler, arkadaşlarına kendi ürünlerini okuyorlardı. Toplantılar ilgi görüyordu; sonradan şiir alanında adını duyuracak Ülkü Tamer, Kemal Özer gibi liseliler de katılıyorlardı bu edebiyat matinelerine…

Zeki Ömer Hoca bir yıl Paris’te kaldı. Hem mesleki incelemeler yaptı, hem resim akımlarını, ressamları yakından tanıma olanağı buldu. Empresyonistlere tutkundu; onların “deli divanesi olmuş“tu. Ta Çankırı’dan beri kendisi de resim yapıyordu (evinin duvarlarında ilginç resimleri var). “Kıyıdaki Tekne” şiirini Bracque’a adadı…

Müzik, yaşamında hep yer tutmuştu. Halk ezgileri dinleyerek, Mevlit dinleyerek, Kur’an dinleyerek yetişmişti. Saz da çalıyordu. Kastamonu’da saz yapmaya başlamıştı. İstanbul’a geldikten sonra dut ağacını oyarak sazlar yaptı, beş ud yaptı…

Ve bütün bunlar şiirine yansıdı. “İnsan hayatta bir ses arıyor“du…

Alpay Kabacalı

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.