Bir varmış, bir bir daha varmış, iki yokmuş. Üç ikiden çokmuş. ‘Çok bilen çok yanılır,’ deyip, hiç okumazlar, yazmazlarmış. Çünkü kâğıt yokmuş, kitap yokmuş. Biri düşünmüş taşınmış, biri uyuz olup..
Bir varmış, bir bir daha varmış, iki yokmuş. Üç ikiden çokmuş. ‘Çok bilen çok yanılır,’ deyip, hiç okumazlar, yazmazlarmış. Çünkü kâğıt yokmuş, kitap yokmuş. Biri düşünmüş taşınmış, biri uyuz olup kaşınmış. Ama yola düşmüş ikisi, bizim köyün zekisi, sizin köyün akıllısı.
Karşılaşmışlar, kiminle dersiniz? Hayır bilemediniz, öteki köyün sakallısıyla. “Nerden geliyorsun muhterem?” demiş bizim köyün zekisi. “Söylemem,” demiş sakallı. Sizin köyün akıllısı atılmış: “Arkadaş, beyefendiyi yolundan eyleme.” Dönüp sakallıya demiş, “Siz kusura bakmayın, bizim işimiz acele.” Sakallı demiş: “Nedir aceleniz?” Bizimkiler gülmüş: “Okula gideceğiz.”
Sakallı demiş, “Benim öğreten.” Bizimkiler düzeltmiş: “Öğreten değil öğretmen…” O sıra gelmiş benim ninem. Demiş ki, “Bu ne biçim tekerleme? Sanki taze şekerleme. Okulla başladınız söze, varamadınız düze, kebabı düşürdünüz köze.”
Zeki, akıllı ve sakallı, nineyi selamlamışlar, bir masal aramaya başlamışlar. Onlar masal ararken, ninem saçlarını tararken, ben bir kitap buldum, ordan okudum, buradan okudum, size uygun bir masal dokudum.
Bir zamanlar bir köyde özü sözü doğru bir ihtiyarcık yaşarmış. Ama köydekiler hiç sevmezmiş bu adamı. Çünkü biri bu köylülere demiş ki, “Ne kadar çok yalan söylerseniz o kadar çabuk zengin olursunuz. Ne kadar çok hile yaparsanız o kadar çabuk olur kurtuluşunuz.”
Öğretmenleri de yokmuş okulları da, inanmışlar. Onlara öğüt veren ihtiyara da kızmışlar. Bu köyün güzel çayırları, buz gibi pınarları, piknik yapmaya koruları varmış. Girişinde de bir han varmış konaklamaya. Bir gün bir tüccar uğramış hana. Hem yorgun hem açmış. Hancıdan bir tavuk pişirmesini, yol için de iki üç yumurta haşlamasını istemiş. Hancı güzelce yerine getirmiş isteklerini. Tüccar biraz sonra hesabı istemiş, hancı, “Tavuk üç milyon, yumurtanın tanesi yüz bin lira, eh yağı ateşi, el emeği siz bana beş milyon verin,” demiş. Yolcunun bozuk parası yokmuş. Tüccarın verdiği parayı da hancı bozamamış… “Git gideceğin yere de, dönüşte ver borcunu,” demiş. Tüccar, “Belki uzar yolum, borçlu kalmayayım,” diye üsteleyince de, “Aman beyamca, ben size güvenirim,” deyip geçmiş.
Uzatmayalım, tüccar yoluna gitmiş. Üç beş ay sonra dönüp gelmiş hana. Hancı sofra hazırlamış. Gülüşe söyleşe yemişler beraberce yemeklerini. Tüccar elini kesesine atıp bir yirmi milyon vermiş. “Uzun süre uğrayamadım, alın borcumu da helalleşelim,” demiş. Hancı, “Borcunuz bir milyar,” diye yanıt vermiş. Tüccar, “Ne bir milyarı, nasıl bir milyar olur?” diye bağırmaya başlamış şaşkınlıkla. Hancı, “Bir tavuk yediniz. O tavuk pişmeseydi her gün yumurtlayacaktı. O yumurtalardan çıkan civcivler kısa sürede büyüyüp tavuk olacaktı, onlar da yumurtlayacaktı. Ya haşladığım yumurtalar, onlardan çıkacak civcivler, onların yumurtaları, onlardan çıkacak civcivler?” diye uzun, karmaşık, anlaşılmaz bir hesap çıkarmış. Sonra da, “Ödemiyorsanız mahkemeye veririm,” demiş. Tüccarın aklı karışmış ama ödememiş. Hancı, şehrin mahkemesinde dava açmış. Bizim ihtiyarı da tanık yazmış. “Nasılsa tüccarın neler yiyip içtiğini gördü, bunları söylese yeter,” diyormuş kendi kendine. “Yaptığım uzun hesap akıllarını karıştırır, yargıç da, tüccar da bizim ihtiyara saygı duyar, davayı kazanırım.”
Dava günü köy halkı mahkemeyi doldurmuş. Herkes bizim dürüst ihtiyarın ne diyeceğini merak ediyormuş. Ama ihtiyar ortalıkta yokmuş. Beklemişler, beklemişler, tam, “Gelemeyecek bu tanık galiba, başka tanık yok mu?” derken yargıç, içeri girmiş bizim ihtiyar. İş kılığıylaymış. Yargıcı selamlamış. “Bağışlayın tarladaydım, dalmışım,” demiş. “Tarlaya bulgur ekiyordum da.”
Yargıç gülümsemiş: “Buğday diyecektiniz herhalde.”
“Hayır efendim, bulgur ektim. Tarlanın yarısına pilavlık bulgur, yarısına köftelik bulgur.”
Yargıç: “İşinize karışmayayım ama,” demiş, “haşlanmış buğdaydan dövülerek yapılır bulgur, tarlaya ekilmez ki.” İhtiyar da gülmüş: “Biliyorum ama sayın yargıcım,” demiş “kızarmış tavuk ve haşlanmış yumurta civcivler çıkartıp o civcivler büyüyüp, yumurtlayıp tüccarın borcunu arttırınca… Daha doğrusu siz böyle hileli bir borç davasını görmeyi kabul edince ben de, bulgurlar filizlenir ekin olur diye düşündüm.”
Yargıç bu sözler karşısında çok utanmış. “Bu davayı herkese ders olsun diye kabul ettim,” demiş.
Sonrası mı?.. Ben hancının da, tüccar yolcunun da barıştığını duydum. Köy de artik ‘Dürüst Köy‘ diye anılıyormuş, köye bir uğrayan bir dahaki sefere arkadaşlarını da götürüyormuş.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.