Bir zamanlar İstanbul‘un arka mahallelerinden birinde üç delikanlı yaşarmış. Bu delikanlılar komşu evlerde doğmuşlar, aynı okula gitmişler, babalarının dükkânlarında çalışmaya başlamışlar. Çocukluklarından beri birbirlerine benzer davranışlar edinmişler. Sonunda aynı kıza..
Bir zamanlar İstanbul‘un arka mahallelerinden birinde üç delikanlı yaşarmış. Bu delikanlılar komşu evlerde doğmuşlar, aynı okula gitmişler, babalarının dükkânlarında çalışmaya başlamışlar. Çocukluklarından beri birbirlerine benzer davranışlar edinmişler. Sonunda aynı kıza âşık olmuşlar ama birbirlerine söyleyememişler. Çünkü âşık oldukları kız padişahın kızıymış. Bu sevdanın çıkar yolu olmadığının da farkındaymışlar.
Bir gün anababaları onlara artık evlenmelerinin zamanı geldiğini söylemiş. Eğer sevdikleri biri varsa istemeye hazırmışlar. Delikanlılar, önceden sözleşmiş gibi hem biraz dünyayı görmek hem de para kazanmak için gurbete çıkmak istediklerini söylemişler. Evlenme kararını iki yıl sonra İstanbul‘a dönüşte vereceklermiş. Ana babalar bu karar karşısında şaşırmışlar ama bu isteği geri de çevirmemişler. Yol hazırlığı yapılmış, delikanlılar yola çıkmışlar. Gide gide bir kavşağa gelmişler, burada yol üçe ayrılıyormuş. Bu kavşakta durup, hangi yöne gidecekleri konusunda tartışmışlar, sonra herkesin kendi istediği yöne gitmesine, iki yıl sonra da burda buluşmaya karar vermişler.
Sayılı gün çabuk geçer, derler. İki yıl geçip gitmiş. Bizim delikanlılar zor günler yaşamış, yememiş, içmemiş para biriktirmişler. Hepsinin de yüzer altını varmış keselerinde. Birinci delikanlı yakınlarına armağan almak için pazara çıkmış, dolaşmış, dolaşmış, o sırada bir satıcı dikkatini çekmiş, adam avazı çıktığı kadar, “Bu ayna yüz altın… Sudan ucuz,'” diye bağırıyormuş. Delikanlı, satıcıya yaklaşıp,
–Amca bu ayna niye bu kadar pahalı, diye sormuş.
Satıcı,
–Bu aynaya baktığında, istediğin kişinin nerde ve ne durumda olduğunu görebilirsin, demiş.
Delikanlı bu aynayı hemen almış.
İkinci delikanlı da dönerken, üstüne oturanları istedikleri yere götüren bir halı bulup almış yüz altına.
Üçüncü delikanlı ise yüz altına bir limon almış. Çünkü satıcı, bu limonun kesilip koklandığında ölüyü dirilteceğini söylüyormuş.
Delikanlılar ayrıldıkları kavşakta buluşmuşlar. Sarılıp hasret gidermişler. Sonra neler yaptıklarını anlatmışlar. Sonunda kime âşık olduklarını açıklama sırası gelmiş. Sevdikleri kızı söylemişler birbirlerine. Aynı kıza âşık olduklarını anlayınca önce birbirlerine kızmışlar, sonra gülmüşler. Aynanın sahibine,
–Hadi bakalım aynana, şu âşık olduğumuz kız şimdi ne yapıyor, demişler.
Aynaya bir de bakmışlar ki, padişahın kızı ölmüş, saray halkı başında ağlaşıyor. Hemen halıya binip saraya uçmuşlar. Saraya kolayca girememişler elbet. Önce bekçibaşını görmüşler, sonra hekimbaşını… Neyse sonunda hekimbaşı onları kızın ölüsünün yanına almış. Limonun sahibi olan delikanlı, hekimbaşından ve padişahtan limonu denemek için izin istemiş.
Limonun ölüyü dirilteceğine pek inanmamışlarsa da izin vermişler. Delikanlı limonu kesmiş, kızın burnuna uzatmış ve kız aksırarak dirilivermiş.
Sonra mı, sonra delikanlılar arasında bir kavgadır kopmuş.
Aynanın sahibi, “Benim aynam olmasaydı, kızın öldüğünü nerden bilecektiniz? Kızla ben evleneceğim,” diyormuş. Halının sahibiyse, “Asıl benim halım olmasaydı, nasıl yetişecektik saraya? Söyleyin bakalım… Padişah kızı benim hakkım,” diye bağırıyormuş. Üçüncü delikanlı yalnızca, “Ya benim limonum?” deyip boynunu büküyormuş. Padişah bu üç delikanlının kavgalarının arasına girmiş.
–Anlatın bakalım delikanlılar derdiniz ne? demiş.
Hepsi anlatmış derdini. Kızın dirilmesinde payı olan eşyaya nasıl iki yıllık emeğini verdiğini. Padişah önce aynanın sahibine,
–Delikanlı, aynan nerde? diye sormuş.
–Burada padişahım.
–İşliyor mu, görmek istediğin kimseyi gösteriyor mu?
–Evet...
–O zaman al bakalım aynaya verdiğin yüz altın yerine iki yüz altın. Halının sahibi senin halın duruyor mu?
Evet padişahım, istediğiniz yere götürürüm sizi.
–Sen de halıya verdiğinin yerine al şu iki yüz altını. Limonun sahibi, hani limonun? Delikanlı:
–Limonum kesilip koklanınca solup gitti padişahım, pörsüyüp eridi, demiş. Padişah, ilk iki delikanlıya dönüp,
–Delikanlılar bu işte sizin bir kaybınız yok. Ama görüyorsunuz bu arkadaşınızın iki yıllık emeğiyle aldığı limon, kızıma harcanıp bitmiş. Artık elinde hiçbir şey yok. Ne dersiniz, kızımı almak onun hakkı değil mi? O limon olmasaydı kızım dirilemezdi de, demiş. Halı ile aynanın sahibi önce biraz mırın kırın etmeyi düşünmüşler ama çocukluk arkadaşlarının eli boş kalmasına da dayanamamışlar…
Böylece limonun sahibi delikanlı, padişahın kızıyla evlenmiş. Öteki delikanlılar da güzel kızlarla evlenmişler.
Hepsi de mutlu yaşamış, darısı tüm iyi arkadaşların başına.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.