Galata Kulesi, İstanbul’un Beyoğlu yakasından, Galata rıhtımı ile Karaköy‘ün üst tarafından, İstanbul limanına bakan bir tepede yer almıştır. Galata Kulesi‘nin tarihindeki en önemli olaylardan biri, Hezarfen Ahmet Çelebi‘nin kollarına kartal..
Galata Kulesi, İstanbul’un Beyoğlu yakasından, Galata rıhtımı ile Karaköy‘ün üst tarafından, İstanbul limanına bakan bir tepede yer almıştır. Galata Kulesi‘nin tarihindeki en önemli olaylardan biri, Hezarfen Ahmet Çelebi‘nin kollarına kartal kanatları takarak kulenin tepesinden karşı kıyıdaki Üsküdar Doğancılar Alanı‘na uçmasıdır. İlk uçan Türk olarak tarihe geçen Hezarfen Ahmet Çelebi‘nin öyküsü şöyle:
Hezarfen Çelebi önemli bir bilgindi. Evinden hiç çıkmadan gece gündüz çalışırdı. Bütün çalışmalarını insanın da uçabilmesi üstüne yoğunlaştırmıştı. Uçmada ağırlığın önemi yoktu. Önemli olan kanatların hareketiyle havanın itme gücünü sağlayabilmekti. Bu varsayım üzerine türlü hesaplar yaptı. Bir sürü uçuş biçimi saptadı. Resimlerini çizdi.
İlk alıştırmaları Okmeydanı‘nda yaptı. Okmeydanı açıklık, geniş bir alandı. Rüzgârlara açık bir tepeydi. Orada rüzgârın da yardımıyla sekiz dokuz kez havada dönmeyi başardı.
Uçuş için Galata Kulesi‘ni seçmişti. Çünkü Galata Kulesi‘nin tam karşısında Üsküdar‘ın Doğancılar Tepesi bulunuyordu. Burada da konmaya elverişli geniş bir alan vardı.
Galata Kulesi ayrıca hava durumunu ölçmeye de elverişli bir yerdi. Hem Karadeniz‘in hem Marmara‘nın sert rüzgârlarına açık olan İstanbul Boğazı‘nın üstünden uçacağından, esintinin en elverişli olduğu zamanı seçmek zorundaydı. Bir hafta boyunca burada çalıştı Ahmet Çelebi. Hava durumunu belli aralıklarla ölçüp notlar aldı. En elverişli saatleri saptadı.
Hesaplarına uygun olarak, bir sabah, kollarına bağlı kartal kanatlarıya kendini Galata Kulesi‘nden aşağı bıraktı. İstanbulluların hayretten bir karış açılmış ağızları, şaşkın bakışları karşısında, kendini hafif bir lodos rüzgârının itişine bırakarak, kanat çırpa çırpa denizin üstünden süzülerek Üsküdar‘a Doğancılar Alanı‘na indi.
Padişah IV. Murat da Hezarfen‘i Sarayburnu‘ndan, Topkapı Sarayı‘ndaki köşkünün balkonundan izledi. Gözlerine inanamadı. Çelebi‘ye bir kese altın verilmesini buyurdu. Bu çok başarılı geçen uçuşun sonuçları hiç de öyle olmadı. Yobazlar:
“Tanrı’nın işine karışılmaz,” diyerek yaygarayı bastılar. “Eğer Tanrı insanların uçmasını isteseydi, onları da kuşlar gibi kanatlı yaratırdı.”
Ahmet Çelebi, uçuşunu gerçekleştirdikten sonra, padişahın verdiği bir kese altını alarak evine çekildi. Söylentilere kulaklarını tıkadı. Eskisi gibi çalışmalarını sessizce sürdürüyordu.
Çıkan dedikodular üstüne saray çevresi de boş durmadı. Padişaha:
“Aman devletlim,” dediler, “bu Hezarfen tam bir büyücü. Günün birinde kanatlanıp sarayınızın penceresine konar, tacınızı, tahtınızı elinizden alır.”
Padişah, söylenenlere hak verdi. Hezarfen Ahmet Çelebi‘nin Cezayir‘e sürgün edilmesini ferman buyurdu.
Kollukçular, Hezarfen‘i evinden almaya sabaha karşı geldiler. Kitaplarını, defterlerini toplayarak ocağa atmaya, kollarına takıp uçtuğu kartal kanatlarının tüylerini kaz yolar gibi yolarak, yaptığı bütün hesapları, planlarla birlikte yakmaya başladılar. O zaman her şeyi anladı. İnsanlık adına gerçekleştirdiği uçuşuyla padişahı korkutmuştu. Kollukçulara, tok bir sesle:
“Boşuna uğraşıyorsunuz” dedi. “Yakarak hiçbir şeyi yok edemezsiniz. Çünkü insan beyninin içindeki düşünce yok edilemez.”
Sonra gidip odanın penceresini açtı. Kuşlar daha yeni kanat vurup yuvalarından havalanıyorlardı. Elleriyle uçan kuşları gösterdi:
“Bakın şunlara! Onlar uçtukça insanın da uçmasını kimse engelleyemez.”
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.