Miyav vardı, miyav yoktu. Faresiz dertsiz bir ülke vardı. Bu ülkeyi yöneten, padişah mı dersiniz, kral mı, bir bey vardı. Bu beyin çok önem verdiği biricik bir kızı vardı. Bu..
Miyav vardı, miyav yoktu. Faresiz dertsiz bir ülke vardı. Bu ülkeyi yöneten, padişah mı dersiniz, kral mı, bir bey vardı. Bu beyin çok önem verdiği biricik bir kızı vardı. Bu kız, yönetici kızı olmakla övünür, güzelliğiyle gururlanırdı, kısacası miyav gibi kibirliydi.
Bir gün bir sivilce çıktı burnunun kenarında. Miyav ki miyav! Hanım sultan hemen doktorları, hemşireleri çağırttı. Sivilceyi hemen geçirmelerini istedi. Doktorlar bu sivilcenin önemli olmadığını, bir süre sonra geçeceğini söylediklerinde de dinlemedi. Bu sefer büyücüler, üfürükçüler çağırdı saraya. Bir sürü adamı sivilceyle uğraştırdı. Ama olacak bu ya, sivilce öyle çok kurcalanınca büyüyüp yayıldı… Sonunda genç kızın vücudunun her yerinde sivilceler, yaralar çıktı… Kızcağızın bu durumuna kimse çare bulamadı. Genç kız da yaraları görünmesin diye üzerlerini boy boy değerli taşlar, altın levhalarla kaplattırdı. Küçük sultanın adı ‘Mücevherli Sultan‘a çıktı. Bir gün saraya her türlü yaraya çare bulduğunu söyleyen yaşlı bir kadın geldi. Küçük sultanı muayene edip, iyileştirmek için akıldışı bir sürü koşul ileri sürdü. Küçük sultan bütün bunlara boyun eğdi. Sonunda genç kızı tek başına ve gece yarısı tedavi edeceğini söyleyip, orman içindeki kulübesine taşıttı. Gece yarısı da küçük sultana bir şurup verip uyuttu, üstündeki tüm değerli taşlarla takıları soyup kaçtı. Genç kız kendine gelince, bu durumda saraya dönmeye utandı. Üstüne kulübede bulduğu eskileri giyip yola düştü. Biraz sonra, yarısı batak bir su kenarına ulaştı. Yorgunluktan, çaresizlikten çamurlara uzandı. Yaralarının sızısı öyle azaldı ki uyuyakaldı. Uyandığında kaynaktaki suyun sıcak olduğunu görünce girip yıkandı. Yaralarının sızısının geçtiğini duydu. O ormanlıkta yabani meyveleri yiyip, sıcak kaynakta yıkanarak geçirmeye başladı günlerini. Bir ayın sonunda bütünüyle iyileşti.
Küçük sultan bu kaplıcada iyileşedursun, biz haberi saraydan verelim. Sabah küçük sultanı almaya ormana giden nöbetçiler eli boş dönünce, genç kızın anasıyla babası çok üzüldüler. Kızlarının öldüğünü ya da kaçırıldığını sanıp hastalandılar. Hekimler de, “Yolculuğa çıkın, hem üzüntülerinizi unutur avunursunuz, hem de kızınızı ararsınız,” deyince, küçük sultanın ana babası yollara düşüp memleketlerini gezmeye başladılar.
Küçük sultan yaraları iyileşince yoluna devam edip bir köye ulaştı. Köyün muhtarı kim olduğunu, nerden gelip nereye gittiğini sorunca, kimsesiz olduğunu söyledi. Onu misafir ettiler. Güzelliği, işbilirliği yüzünden onunla evlenmek isteyenler oldu. Genç kız muhtarın oğluyla evlenmeyi kabul etti. Kısa sürede becerikli bir ev kadını oldu. Küçük sultanla muhtarın oğlunun üç oğulları oldu. Genç kadın bu çocuklara ‘Neydim, Ne oldum, Ne olacağım‘ adlarını koydu. Bir gün kocası ve çocuklarıyla tarlada çalışırken, tarlanın yakınına bir grup atlı ile bir araba geldi, konakladı. Genç kadın bu misafirlere kocası ve çocuklarıyla, hemen meyve ve su gönderdi. Meğer bu gelenler küçük sultanın ana babasıyla adamlarıymış. Yaşlı adamla yaşlı kadın genç adamı da, çocuklarını da çok sevdiler. Çocukların adlarını çok ilginç bulup bu adların gerekçesini öğrenmek istediler. Genç adam, “Bu adları karım koydu,” dedi. Sonra da karısını çağırdı.
Bundan sonrasını miyavlamak gerekir mi? Elbette ana baba, kızlarını tanıdılar. O da onları. Kız başından geçenler yüzünden çocuklarına Neydim, Ne oldum, Ne olacağım adlarını koyduğunu anlattı. Sonra da onu iyileştiren suyu. O suyun başına kocaman bir hamam yaptılar. Sonra da hep birlikte miyavlar gibi mutlu yaşadılar.
Nerede mi? İsterseniz sarayda, isterseniz köyde. Nerde mutlu oldular dersiniz? Seçim sizin.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.