Anadolu’da çeşitli cephelerde düşmanın bozguna uğratıldığı günlerdi. Artık düşmana son darbeyi vurmak gerekiyordu. Düşman durmadan geri çekiliyor, Türklerse ilerliyordu. Başkomutan Mustafa Kemal, hem cepheden cepheye koşuyor, hem de Meclis Başkanı..
Anadolu’da çeşitli cephelerde düşmanın bozguna uğratıldığı günlerdi. Artık düşmana son darbeyi vurmak gerekiyordu. Düşman durmadan geri çekiliyor, Türklerse ilerliyordu. Başkomutan Mustafa Kemal, hem cepheden cepheye koşuyor, hem de Meclis Başkanı olarak Ankara‘da hükümet işlerini yönetiyordu.
22 Ağustos 1922 gecesi, kimseye haber vermeden Ankara‘dan ayrıldı. Çankaya‘daki köşke, hükümet işleri için onu aramaya gelecek olanlara hasta yattığından kimseyle görüşmek istemediğini söylemeleri için adamlarını uyardı.
Önce otomobille Konya‘ya, oradan da Akşehir‘e gitti. Komutanları topladı. Son saldırının hazırlıklarını tamamladı.
Şimdi o, cephede savaşı yönetmek için bulunurken gazeteler onun Çankaya‘da devlet büyükleri ve yabancı elçilerle görüşmeler yaptığını yazıyordu. Böylece Mustafa Kemal‘in cephede askerlerinin başında olduğundan düşmanın haberi olmadı..
Bunlar olup bitiyorken beklenen gün geldi. Mustafa Kemal, 26 Ağustos sabahı, güneş doğmadan cephedeki çadırından çıktı. Daha gün ağarmadığından önünde giden iki er, fenerle yol gösteriyordu.
Kocatepe‘ye ulaştığında ortalık yeni yeni ışımaya başladı. Savaşı yöneteceği bu kayalık tepeden ovaya bir göz attı, her şey tamamdı.
Saldırı, topçu ateşiyle başladı. Makineli ve piyade tüfeklerinin açtıkları ateşin desteğinde Mehmetçikler düşmanın üstüne korkusuzca yürüdü.
Ateş, bütün bir gün ve gece, ertesi sabaha kadar aralıksız sürdü.
30 Ağustos günü bu meydanda büyük bir savaş oldu. Başkumandanlık Meydan Savaşı adını alan bu savaşta Yunan ordusu çember içine alınarak etkisiz hale getirildi. Böylece Afyonkarahisar düşmanlardan temizlenip Türklerin eline geçti.
30 Ağustos‘ta Afyon‘daki siperlerinden atılan düşman ordusu, çareyi kaçmakta bulmuştu. Dumlupınar önlerine doğru çekildiler.
Kaçamayanlar tutsak alınmıştı. Tutsaklar arasında Yunan generalleri de vardı. Mustafa Kemal, onlarla dostça görüştü. Tutsak oldukları için üzülmemelerini, savaşta bunların olabileceğini, üzerlerine düşen görevleri yapmış olduklarına inanıyorlarsa rahat olmaları gerektiğini söyledi. Ellerini sıktı.
Çadırdan çıkan generallerden biri, yanındaki subaya konuştukları komutanın kim olduğunu sordu. Subay, duraklamadan:
–Gazi Mustafa Kemal Paşa! dedi.
Yunan generali bunu beklemiyordu. Yarı inanmış, yarı inanmamış bir ses tonuyla:
–Sahi mi dediniz? diye sordu.
–Sahi ya.
–Yani hükümet başkanı olan Başkomutan Mustafa Kemal Paşa olduğunu söylüyorsunuz, öyle mi?
Subay gülümsedi:
–Öyle elbet!
General, koskoca savaş alanını gözleriyle taradı. Yanmış yıkılmış savaş kalıntılarıyla doluydu alan. Bu kez:
–Dün de burada mıydı? diye sordu.
–Buradaydı elbet! Savaşı baştan sona o yönetti.
General:
–Demek öyle, diyerek bir an için daldı. Sonra subaya dönüp:
–Bu zafer sizin hakkınızdır, dedi. Haksız olan biziz. Sizin hükümet başkanı Başkomutanınız Mustafa Kemal Paşa buradayken bizim Başkomutanımız Hacı Anesti İzmir’deki karargâhından kıpırdamadı bile. Biz bu yenilgiyi de tutsaklığı da hak ettik.
Dumlupınar’da da direnen düşman güçleri dağıtılıp zafer kazanıldıktan sonra kimi düşman birlikleri kaçarak dağlara sığındı. Ama onlar da aç susuz kaldıklarından tek tek ya da toplu olarak gelip Türklere teslim oldular.
Mustafa Kemal, 1 Eylül günü Türk askerine şu emri verdi:
–Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!..
Bu buyrukla düşmanı önüne katan Türk ordusu, 9 Eylül‘de İzmir‘e girdi. Böylece düşmandan yurdumuzu temizlemiş oldu.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.