Bir zamanlar bir karıkoca vardı. Bunların hiç çocuğu olmuyordu. Tanrıya yalvararak bir çocukları olsun istediler. Tanrı dileklerini kabul etti ve kadın bir süre sonra gebe kaldı. Oturdukları evin arka odasının..
Bir zamanlar bir karıkoca vardı. Bunların hiç çocuğu olmuyordu. Tanrıya yalvararak bir çocukları olsun istediler. Tanrı dileklerini kabul etti ve kadın bir süre sonra gebe kaldı. Oturdukları evin arka odasının penceresi, güzel bir bahçeye bakıyordu. Etrafı içine girilmez duvarlarla çevriliydi. Bahçe, kötü yürekli bir büyücüye aitti. Herkes ondan korkup çekinirdi.
Günlerden bir gün kadın pencereden bu bahçeye bakıyordu. Orada körpe kuzukulakları gördü. Yemyeşil kuzukulaklarına öyle imrendi öyle imrendi ki yemese ölecekti. Akşama durumu kocasına anlattı. Kocası, karısı öleceğine her türlü tehlikeyi göze alıp büyücünün bahçesine girmeye karar verdi. Karısının istediği kuzukulaklarını koparıp getirdi. Bunları güzel bir salata yapıp iştahla yediler. Ama kuzukulakları o kadar hoşuna gitti ki ertesi gün kocasından büyücünün bahçesinden yeniden kuzukulağı getirmesini istedi. Adam çaresiz, büyücünün bahçesine girip kuzukulaklarını koparırken büyücüye yakalandı. Adam önce çok korktu. Sonra karısının durumunu anlatıp bağışlanmasını diledi. Büyücü kadın, adamın yalvarmaları ve özür dilemeleri karşısında biraz yumuşadı. İstediği kadar kuzukulağı toplayabileceğini söyledi.
–Yalnız bir şartım var, dedi. Çocuğunuz doğar doğmaz bana vereceksiniz. Ona öz annesi gibi bakıp büyüteceğim.
Adam, büyücünün isteğini kabul etti. Aradan günler geçti. Dokuz ay on gün sonra karısı bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Çocuk doğar doğmaz büyücü kadın gelip kıza kuzukulağı anlamına gelen Rapunzel adını verdi ve çocuğu alıp götürdü.
Dünyada Rapunzel‘den daha güzel bir çocuk yoktu. On iki yaşına basınca büyücü kadın onu, kapısı merdiveni olmayan, tepesinde yalnız bir penceresi bulunan bir kuleye kapattı. Kule bir ormanın ortasındaydı. Büyücü kadın, Rapunzel‘i görmek istediği zaman kulenin altına gelip sesleniyordu:
–Rapunzel saçlarını sarkıt!
Beni yukarı çıkar artık.
Bunun üstüne Rapunzel sırma gibi upuzun saçlarını kulenin penceresinden, bir urgan gibi sarkıtıyor, büyücü kadın da Rapunzel‘in saçlarına tutunarak kuleye tırmanıyordu.
Günlerden bir gün kralın oğlu genç prens ormandan geçiyordu. Kulenin yanına vardığında birinin şarkı söylediğini duydu. Şarkı söyleyen Rapunzel‘di. Prens, bu güzel sesin kuleden geldiğini anlayınca sesin sahibine ulaşmak için kuleye çıkmak istedi. Ama ne bir kapı ne de merdiven vardı. O gün atına atlayıp sarayına döndü. Ertesi gün gene geldi. Rapunzel‘in şarkısını dinlemeye başladı. O sırada kuleye yaşlı bir kadının yaklaştığını görünce bir ağacın arkasına gizlendi. Kadın pencerenin altına gelip durarak yukarı seslendi:
–Rapunzel saçlarını sarkıt!
Beni yukarı çıkar artık.
Rapunzel, upuzun saçlarını kulenin penceresinden sarkıtıp büyücü kadını içeri aldı. Bunu öğrenen prens, ertesi gün kulenin dibine gelip aynı biçimde yukarı seslendi:
–Rapunzel saçlarını sarkıt!
Beni yukarı çıkar artık, der demez Rapunzel, saçlarını aşağı sarkıtıp delikanlıyı yukarı çekti. Prensi karşısında görünce korktu önce. Çünkü o zamana kadar hiç erkek görmemişti. Prens, Rapunzel‘in güzelliği karşısında büyülenmişti. Rapunzel‘e olan hayranlığını belirterek ona evlenme teklif etti. Rapunzel de kabul etti.
–Seninle gelmek isterim ama buradan aşağı nasıl inerim? dedi.
O zaman prensin her gelişinde bir yumak iplik getirmesini kararlaştırdılar. Rapunzel bunlarla bir ip merdiven örüp aşağı inecek, prensle kaçacaktı. Büyücü kadın, kuleye, kendisinden başka birinin gidip geldiğini anlayınca, Rapunzel’in güzelim saçlarını kökünden kesti. Rapunzel‘i de kuş uçmaz kervan geçmez bir yere götürüp bıraktı. Prensin bundan haberi olmadı. Büyücü kadın, Rapunzel‘in kesik örgülerini birbirine bağlayarak kulenin penceresindeki bir çengele bağladı. Akşam olup prens gelince her zamanki gibi yukarı seslendi:
–Rapunzel saçlarını sarkıt!
Beni yukarı çıkar artık.
Bunu duyan kuledeki büyücü kadın, Rapunzel‘in saç örgüsünü aşağı saldı. Prens, her zaman olduğu gibi saçlara tutuna tutuna kuleye çıktı. Karşısında sevgilisi Rapunzel‘in yerine büyücü kadını görünce üzüntüsünden kendini kuleden aşağı attı. Ölmemişti ama dikenli çalılıkların arasına düştüğünden dikenler gözlerini zedeleyip kör etmişti onu.
Ormanda kör kör dolanmaya başladı. Böğürtlen ve ot gibi şeyler yiyerek karnını doyuruyor, sevgilisini yitirdiğinden durmadan ağlayıp sızlıyordu.
Bir gün yolu Rapunzel‘in yaşadığı o ıssız yere düştü. Bu arada Rapunzel‘in ikiz çocuğu olmuştu. Onlarla oyalanarak günlerini geçiriyordu. Çocuklarının babası prensi özlemle bekliyordu. Prens, oraya vardığında uzaktan bir ses duydu. Bu hiç de yabancısı olmadığı bir sesti. Sesin geldiği yöne yürüdü. Prensi, birdenbire karşısında gören Rapunzel, boynuna sarılıp ağlamaya başladı. Gözyaşlarının iki damlası da prensin gözlerine değdi. O saat prensin gözleri açıldı.
Rapunzel‘le çocuklarını alıp sarayına götürdü. Orada ömürleri boyunca mutluluk içinde yaşadılar.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.