Bir zamanlar, bir kralla kraliçe vardı. Bunların hiç çocukları olmuyordu. İkisi de bunun için çok üzülüyordu. Günlerden bir gün kraliçe sarayın havuzunda yüzerken karşısına bir kurbağa çıktı. –Artık üzülmeyin yakında..
Bir zamanlar, bir kralla kraliçe vardı. Bunların hiç çocukları olmuyordu. İkisi de bunun için çok üzülüyordu. Günlerden bir gün kraliçe sarayın havuzunda yüzerken karşısına bir kurbağa çıktı.
–Artık üzülmeyin yakında bir çocuğunuz olacak, diyerek suya daldı.
Gerçekten de dokuz ay on gün geçtikten sonra kurbağanın dediği oldu. Kraliçe çok güzel bir kız çocuğu doğurdu. Kralla kraliçe buna çok sevindi. Doğan kızları için büyük bir şölen düzenlediler.
Bütün tanıdıklara, akrabalara, ülkenin önde gelenlerine davetiyeler gönderilerek şölene çağrıldı. Çağrılanlar arasında ülkenin önde gelen büyücüleri de vardı.
Şölende herkes bebeğe değerli armağanlar sundu. Büyücüler de sırayla bebeğin başına gelip kimi erdem, kimi güzellik, kimi de zenginlik diledi. Yalnız ülkenin önemli büyücülerinden biri çağrılmadığı için gelmemişti. Armağan verme töreninin bitimine doğru çağrılmayan bir büyücü içeri girdi. Doğru bebeğin başına gitti:
–On beşine bastığında parmağına iğ batıp öleceksin! deyip arkasına bakmadan dönüp gitti.
Herkes şaşkınlıktan donup kaldı. Orda bulunan büyücüler ne kadar uğraştılarsa da büyüyü bozamadılar.
–Yalnız bir şey yapabiliriz, dediler. İğne battığında kızınız ölmeyecek ama yüz yıl sürecek bir uykuya dalacak.
Kralla kraliçe buna çok üzüldüler. Çocuklarını iğneden korumak için hemen birçok önlem aldılar. Ülkede iğne ve benzeri ne kadar şey varsa yasakladılar.
Aradan yıllar geçti. Kız büyüyüp on beşine bastı. Güzel, akıllı, iyi yürekli bir kız olmuştu. Bütün gününü sarayda geçiriyordu. Sarayın her yanını ezberlemişti. Görmediği odası, bilmediği köşesi kalmamıştı. Bu yüzden çok sıkılıyordu. Kendini hapisteymiş gibi hissediyordu.
Bir gün, gene sarayda o köşe senin, bu oda benim diyerek dolaşırken önüne hiç görmediği bir kapı çıktı. Kapının üstünde paslı bir anahtar vardı. Anahtarı çevirip içeri girdi. İçerde yaşlı bir kadın elindeki sivri uçlu iği çevirerek iplik eğiriyordu. Prenses kadına ne yaptığını sordu. Yaşlı kadın da iplik eğirdiğini söyledi. Bunun üstüne:
–Ben de iplik eğirebilir miyim? diyerek iği eline aldı. Çevirmeye çalışırken iğin sivri ucu parmağına battı. Böylece büyücünün dediği çıktı. Prenses yüz yıllık ölüm uykusuna daldı. Saraydaki herkes de olduğu yerde uyuyup kaldı. Her yanı bir ölüm sessizliği kapladı.
Zamanla saray da bakımsızlıktan örümcek bağladı. Çevresini otlar kapladı. Üstü, ağaçlar, sarmaşıklar, çalılarla örtüldü. Böylece önüne aşılmaz bir çit örülerek içine girilmez oldu.
Saraya girip prensesi kurtarmak isteyenler ne yaptılarsa beceremediler. Nice delikanlı, büyülü saraya girip prensesi kurtarmak uğruna ölüp gitti.
Aradan uzun yıllar geçti. Bunu bir kralın oğlu duydu. Olan biteni dinledikten sonra:
–Ben gidip hem o sarayı bulurum hem içeri girerim hem de uyuyan prensesi kurtarırım, dedi.
Kralın oğlu saraya vardığında yüz yıllık süre bitmişti. Sarayın önünü kapatan dikenli çalılıklarla sarmaşıklar, çevreyi bürüyen yabani otlar yok oldu. Kralın oğluna saraya girmesi için geçit verdi.
Oğlan saraya girdiğinde herkesi uyur buldu. Hayvanlar, insanlar, duvardaki sinek bile uyuyordu. Kralla kraliçe tahtında, aşçı mutfakta, hayvanlar ahırda, bahçede uyuyorlardı.
Kralın oğlu, sarayın merdivenlerini koşarak tırmanıp etrafı dolaşmaya başladı. İçerisi öylesine sessizdi ki kendi soluğundan başkası duyulmuyordu.
Birkaç odaya dalıp çıktıktan sonra prensesin duvarları altın işlemeli odasını buldu. Prenses yatağında uzanmış uyuyordu. Oğlan, kızın güzelliğine hayran kaldı. Dayanamayıp dudaklarından öptü. Prenses, o anda yüz yıllık uykusundan gülümseyerek uyandı. O uyanınca saraydaki herkes de uyandı.
Kralla kraliçe, günlük uykularından uyanmış gibi, her günkü buyruklarını vermeye başladı. Kuşlar kanatlarını çırpıp gökyüzüne doğru uçtular. Hayvanlar tepinip bağırdı. Saraydakiler işlerini kaldıkları yerden sürdürdüler. Her şey eskisine dönmüştü.
Sonunda kralın oğlu ile prenses evlendiler. Kırk gün kırk gece süren bir düğün yapıldı. Düğüne ülkedeki herkes çağrıldı. Gene bir aksilik olmasın diye çağrılmadık bir kişi bile bırakılmadı.
Böylece saray eski görkemli yaşantısına kavuştu. Kralın oğlu prensesi alıp kendi ülkesine götürdü. Prenses eşiyle birlikte mutlu bir yaşam sürdü.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.