Zaman zaman ama asıl zaman o zaman idi. Çekirge bineğimdi, karınca yedeğimdi. Darı topuzumdu, çavdar kalkanımdı. Bir tüfeğim vardı, ayran ile doldurur, şerbet ile avzutlardım. Çıkardım dağlar başına, “Broy! Broy!”..
Zaman zaman ama asıl zaman o zaman idi. Çekirge bineğimdi, karınca yedeğimdi. Darı topuzumdu, çavdar kalkanımdı. Bir tüfeğim vardı, ayran ile doldurur, şerbet ile avzutlardım. Çıkardım dağlar başına, “Broy! Broy!” der gezerdim. Çamlıbel‘de çamur dizde, yetmiş karga ayağa kalkardı, “Hanım geliyor,” diye…
Dünya yeni kurulduğunda, tam yeni yetiştiğim çağlarda… Bir oduncu vardı. Bir de bunun karısı. Adam gider dağdan odun keser, satar, kazandığıyla yiyecek içecek bir şeyler alırdı. Karısı kocasının getirdiklerini pişirir, keyifle sofra hazırlardı. Karıkoca yiyip içtikten sonra karşıklıklı şarkı söyler, oynar, neşeyle zaman geçirirdi. Bir gün zamanın padişahı gece mum yakmayı yasakladı. Bütün şehir erkenden yattı. Padişah, yasağına uyulup uyulmadığını görmek için dolaşırken, dağın dibinde oduncunun kulübesini gördü. İçerden çalgı sesleri geliyordu. Bir süre pencerenin kenarından bu neşeli karıkocayı seyretti. Sonra yanındakilere bu evi unutmamalarını söyledi. Padişahın adamları sabah erkenden oduncunun evine bir kat güzel giysi bir de at götürdüler. Oduncu giysileri giyip, ata binip, saraya gitti. Yolda onun süslü giysilerini gören dilenciler ondan para istediler. Oduncu elini cebine attı ki beş para yok. “Dönüşte, dönüşte,” diyerek adamları savdı. Sarayda padişah ona işini gücünü, durumunu sordu. Oduncu da odun kesip sattığını, kazancıyla da yiyecek aldığını, karısıyla yiyip içip oynadığını anlattı. Padişah oduncuya ‘Baltacıbaşı‘ sanıyla bir güzel kılıç bağışladı. Adam dönüşte gene cebine baktı ki para yok, dilencileri, “Ne sizde var ne bende,” diyerek savıp eve geldi. Olup biteni karısına anlattı. Karısı, “İyi ama,” dedi, “biz gün kazanıp gün yiyoruz. Bugün odun satmadın para da yok, yiyecek de. Acıkmadın mı?” Adam acıkmıştı. Sonunda padişahın verdiği kılıcı bakkala verip yerine yiyecek almaya karar verdiler. Adam kılıcı bakkala verdi, kılıcın kınına da tahtadan yaptığı uyduruk bir kılıç taktı. Yine karıkoca yiyip içip eğlendiler. Padişah onların bu durumunu izletiyordu, fark bile etmediler. Ertesi sabah Padişah, ‘Baltacıbaşı‘nı saraya çağırttı. Adama sarayın avlusundaki birini gösterip, “Kes bakalım şu suçlunun başını,” dedi. Oduncu bir an belindeki tahta kılıçla bunu nasıl yapacağını düşündü. Sonra kılıcı gerçek de olsa adam öldüremeyeceğini anladı. Elini kılıcının kabzasına koyup, “Ey Tanrım,” dedi, “şu adam suçsuzsa tuttuğum kılıç tahtaya dönüşsün, eğer suçluysa kılıcım başını bir vuruşta kessin.” Sonra kılıcını çekti. Oradaki herkes kılıcın tahta olduğunu şaşkınlıkla gördü. Padişah işin içyüzünü bildiği halde sesini çıkarmadı. Oduncuyu kılıcını bakkala verdiği için azarlamadı. Bir mucize gerçekleşmiş gibi davrandı. Suçluyu bağışladı. Oduncuyu Baltacıbaşılıktan emekli edip bir ev bağışlayıp bir de maaş bağladı. Oduncu ile karısı yine güle oynaya geçirdiler zamanlarını.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.