Bir vardı, bir yoktu. Tanrının kulu çoktu. Çok çalışmak doğruydu. Çok konuşmak ayıptı. Tembellik yasak, kıskançlık kayıptı. Kimse de aramazdı. Arasa bulamazdı. Zamanların erinde, ülkelerin birinde çok çok ihtiyar bir..
Bir vardı, bir yoktu. Tanrının kulu çoktu. Çok çalışmak doğruydu. Çok konuşmak ayıptı. Tembellik yasak, kıskançlık kayıptı. Kimse de aramazdı. Arasa bulamazdı.
Zamanların erinde, ülkelerin birinde çok çok ihtiyar bir adam yaşardı. Bu adamın karısı da herkesten yaşlı, kendinden gençti. Bütün gün adamın keçilerini sağar, yoğurt, peynir yapardı. İhtiyar adamın dağdan topladığı otlardan ona çay kaynatırdı. Yemekti, çamaşırdı, temizlikti derken, kadıncağızın evinin avlusundan dışarı çıkacak zamanı kalmazdı. İhtiyarsa dağ bayır dolaşır, keçilerini otlatırdı. Dolaşırken öyle keyiflenirdi ki canı eve girmek istemezdi.
Yine bir gün böyle şarkı türkü keçilerini otlatırken, gökte kara bulutlar birikip ortalık kararıverdi. Ardından da bir fırtına koptu. Ağaçlar sağa sola eğilip, toz bulutları havalanırken, ihtiyarcık keçilerini toplamaya uğraşıyordu. O ara gözüne bir şey kaçtı. İhtiyar önem vermedi. Yalnız, ‘Bu ne biçim hava böyle bu mevsimde?’ diye söylendi. O ara fırtına dinip bir yağmur başlamaz mı? Bizim ihtiyar hemen tekesinin, yani erkek keçisinin sakalının altına girip sığınıverdi. Tekesi öyle besili öyle gürbüzdü ki, ihtiyarcık hiç ıslanmadı. Eve dönerken keyifle şarkı söylüyordu. Ama eve dönünce karısına, “Sol gözüme bir şey kaçtı galiba, bir baksana,” dedi. Kadın kocasını bir sedire yatırdı. Sonra sol gözüne giriverdi. Yarım saat uğraştı, bizim ihtiyarın gözüne kaçan şeyi çıkardı. Meğer o fırtınada gözüne bir sığırın omuz kemiği kaçmış. Kadın bu kemiği çıkarınca, ihtiyar hemen besili öküzlerine bağladı kemiği, sürüye sürüye evin önüne kadar götürdü. Kemiği gören bir karga hemen uçup geldi. Kemiği kaptı, alıp, ta ötelere bıraktı.
Kemiğin çevresine zamanla toprak birikti, birikti, bir tepe oluştu. Ongol Çongol denen kötü ülkeden on iki başlı kara ejderha elli askeriyle kalkıp geldi. Bu tepenin üstüne çadır kurdu. Çadırı bir kent büyüklüğündeydi. Askerlerini sıraya dizip, dünyayı ele geçirme planları yapıyordu ki, bizim ihtiyarların yaşlı sarı köpeği tepenin dibine geldi. Orayı kokladı, burayı kokladı. Ve sığır kemiğinin ucunu bulup çekmeye başladı. O kemiği çektikçe kemiğin üstündeki tepe sarsılmaya başladı. Tepe sarsıldıkça ejderhanın çadırı sarsıldı. On iki başlı kara ejderha önce deprem sandı. Sonra yalnız tepenin sarsıldığını anlayıp korktu, çadırını toplatıp, askerlerini sıraya dizip kaçtı. Kaçarken çevresine baktı. Onu korkutanın ne olduğunu göremedi. Herhalde gözleri bozuktu.
Çünkü ülkede küçük bir şey yoktu:
İhtiyarın sakalı altına saklandığı teke büyüktü, değil mi?
Ya ihtiyar gözüne sığır kemiği kaçtığına göre epey büyüktü.
Kemiği gözünden çıkarmak için kocasının gözüne giren kadın küçük müydü? İki öküzün sürüklediği kemiği hemen çekip çıkardığına göre epey güçlüydü. İki öküzün sürüklediği kemiği gagasıyla kaldıran karga küçük müydü, büyük mü?
Sığırın omuz kemiğini, üstünde elli asker ve bir ejderha olan tepenin altından çeken sarı köpek görülecek kadar büyük değil miydi?
On iki başlı kara Ongol Çongol ejderi nasıl oldu da ihtiyarı, karısını, sarı köpeğini göremedi?
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.