Miyav vardı, miyav yoktu. Bir zamanlar yoksul bir oduncu vardı. Karısı ve oğluyla bir ormanın kıyısında yaşardı. Bir gün odunlarını satmak için şehre giderken kamp kurmuş askerlere rastladı. Askerler, “Bugün..
Miyav vardı, miyav yoktu. Bir zamanlar yoksul bir oduncu vardı. Karısı ve oğluyla bir ormanın kıyısında yaşardı. Bir gün odunlarını satmak için şehre giderken kamp kurmuş askerlere rastladı.
Askerler, “Bugün çarşamba, yarın perşembe,” diye bir tekerlemeyle talim yapıyorlardı. Oduncu çok acıkmıştı. ‘Askerler talimden sonra yemek yerler, beni de çağırırlar,’ diye bekledi. Gerçekten askerler talimden sonra yemek yemeye başladılar ama kimse oduncuyu çağırmadı. O da gidip bir karavanadan kendine yemek aldı. Yemeğini yedikten sonra yoluna devam etmek istedi ama askerler, “Burada kendiliğinden yemek yiyen beş yıl hizmet eder,” dediler. Oduncu da orada beş yıl çalıştı. Beş yılı dolunca ona bir silahlık, bir kaval, bir gömlek, bir de gümüş oluk verdiler. Oduncu dönüp evine geldi. Ertesi gün silahlığı beline bağlayıp oduna gitti. Odunları sattığında kazandığı parayı silahlığa koydu. Eve döndüğünde silahlıktaki paraların sayısının inanılmaz ölçüde arttığını gördü. Silahlığın sihirli olduğunu anladı. Bunu da yalnızca karısına söyledi. Parası sürekli artsa da karıkocanın yaşayışı fazla değişmedi. Bir gün oduncu ölünce işi oğlu devraldı. Ancak oğlanın gözü yükseklerdeydi. Kaynağını bilmiyorsa da evde çok para olduğunu biliyordu.
Gidip krala, kızıyla evlenmek için izin istedi. Kral, delikanlıya alayla, “Yüz çuval altın getir, hemen prensesi götür,” dedi. Delikanlı eve gelip anasına bunları anlatınca kadın önce oğlunu azarladı. Sonra oğlunun caymayacağını görünce silahlığın gizini açıkladı. Delikanlı yüz çuval altını tamamlayıp atlara yükledi, sarayın yolunu tuttu. Beline de silahlığı takmıştı. Kral altınları aldı. Delikanlıya bir iki övücü söz söyleyip altınların kaynağını sordu. Delikanlı başarının sarhoşluğuyla silahlığı anlattı. Kral da delikanlıyı dövdürüp silahlığı elinden aldı. Delikanlı yara bere içinde eve gelince anası ona acıdı. Yaralarını ilaçladı. Babasının askerden getirdiği öteki eşyaları da gösterdi ona. Delikanlı kavalı çalınca karşısında birer birer askerlerin belirdiğini gördü. Hemen bir ordu hazırlayıp saraya gitti. Ordusuyla kralın karşısına çıktı. Kral yine övdü onu. Bu orduyu nasıl bulduğunu sordu. Delikanlı yine anlattı. Kral da onun elinden kavalı alıp, onu saraydan attırdı. Delikanlı bu sefer babasından kalan gömleği denedi. Bu gömlekle görünmeden istediği yere gidebildiğini fark edince, kralın kızının odasına gitmeye başladı. Ama bu sihirli gömleği de kızın dadısı çaldı bir gece. Böylece delikanlı beş kuruşsuz, yalnız, başarısız kalakaldı. Elindeki son eşyayı, gümüş oluğu da denemeye karar verdi. Gümüş oluğu alıp kıra çıktı. Oluğu yere koyar koymaz kırın ortasında bir bahçe kuruluverdi. Delikanlı bu bahçedeki bir elma ağacını pek beğendi. O ağaçtan bir elma yer yemez başında boynuzlar çıktı. Delikanlı durmadan büyüyen boynuzların ağırlığı altında ayakta duramaz olmuştu ki, yerde bir başka ağaçtan düşmüş bir erik görüp yedi. Anında boynuzları düştü. Delikanlı hemen cebine elmalardan ve eriklerden doldurup eve döndü. Kılığını değiştirerek saraya sattı elmaları. Miyavlayacağınız gibi herkesin boynuzları çıktı. Delikanlı da önce silahlığını, kavalını, gömleğini aldı kraldan sonra erikleri verdi. Yüz çuval altını da geri istedi. Kralın kızıyla da evlenmedi. Anasını alıp sözünün eri bir yöneticinin ülkesine yerleşti. Miyavlar gibi mutlu yaşadı.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.