Zaman mekân içinde, mekân zaman içinde, elek duvara dayalı, kalbur saman içinde. Samana bir kıvılcım düştü, fareler toplanıp kaçtı, balıklar kavağa uçtu, aklım tüm bunlara şaştı. Aklımı pazara çıkardım kimseler..
Zaman mekân içinde, mekân zaman içinde, elek duvara dayalı, kalbur saman içinde. Samana bir kıvılcım düştü, fareler toplanıp kaçtı, balıklar kavağa uçtu, aklım tüm bunlara şaştı. Aklımı pazara çıkardım kimseler beğenmedi. Aklım da bana küstü. “Aman aklım, canım aklım, akıl akıldan üstünse de bana uyan sensin, kış günü duyan sensin,” dedim kandıramadım. Bahçeden gül, ormandan bülbül aldım barışmalık. Barıştıramadım. Ben de alıp gittim başımı gemiye, bir de baktım aklım yerinde.
Bir zamanlar bir yoksul aile varmış. Babanın gözlerine perde inip kör olmuş. Çocuk küçük. Kadın kocasına, “Hiç dert etme,” demiş, “çocuk okula gitsin, sen eve gözkulak ol, ben de çamaşır yıkar, dikiş diker, evi geçindiririm.” Çocuk okulu bitirip delikanlı olduğunda anasına demiş ki: “Ana benim babamın mesleği neydi, sordum söylemedi?” Kadın, “Aman oğlum,” demiş, “babanın mesleği meslek değildi un bulsam tuz bulamazdım, tuz bulsam şeker alamazdım. Sen bu kadar okuyup babanın mesleğini mi yapacaksın?” Delikanlı, “Yok, babamın mesleğini yapmak için değil, bir yerde sorarlar, gerekir,” diye üsteleyince kadın kızmış demiş ki: “Tavan arasına çık, kapının arkasında babasının mesleğinin araçları duruyor.” Delikanlı tavan arasına çıkmış ki kapının arkasında bir zembil ile bir serpme ağı. Anlamış ki, babası balıkçıymış. Pencereden zembille serpmeyi bahçeye atmış. Alt kata inip anasına, “Ben babamın sanatını istemem,” demiş. Anası da sevinmiş, “Oğlum zaten balıkçılık lanetli meslek, balık, ‘Etimi yiyen doymasın beni tutan onmasın,’ dermiş. Para kazansan da hayretmez,” diye öğütlemiş oğlunu. Ama delikanlı bahçeden serpmeyi alıp doğru Tuna nehrine gitmiş. O gün on kilo balık tutup satmış. Eve un almış, mum almış, anasıyla babasına kıyma almış. Anası öyle mutlu olmuş ki eline bayram günü gibi kına yakmış. Böylece delikanlı aylarca, ne iş yaptığını anasına bildirmeden balıkçılık yapmış. Bir gün o şehrin valisi tellal çıkarıp, ertesi gün kimsenin dükkân açmamasını duyurmuş. Ayrıca kimse sokağa da çıkmayacakmış. Çünkü valinin sarayındaki kadınlar o gün hamama gitmeye karar vermişler. Vali de onları kimsenin görmesini istemiyormuş. Balıkçı delikanlı sabah erkenden Tuna kenarına inip balık tutmuş. Balıkları zembiline koyup dönerken hamamdan çıkan kadınlarla karşılaşmış. Valinin kızı, “Sen ne laf anlamaz adamsın, kimse sokağa çıkmasın diye babam tellal bağırttı, duymadın mı?” diye çıkışmış delikanlıya. Delikanlı, “Hanım sultan, tok açın halinden anlamaz. Benim doksan yaşında babam, seksen yaşında anam var. Ben balık tutmasam onların ekmeği aşı nasıl karşılanacak?” diye sormuş. Kız, “Sen bu balıkları yiyecek misin, satacak mısın?” diye sormuş bu sefer. Delikanlı, “Söyledim ya,” demiş, “bunları satıp evin geçimini sağlayacağım.” Kız, “Öyleyse getir şu balıkları saraya,” demiş. Delikanlıdan balıkları alıp yerine bir kilo altın verdirmiş. Delikanlıya, “Her gün uğra saraya, burası kalabalık, balık gerekir,” demiş. Delikanlı eve sevinçle dönüp, altınları anasına vermiş. Bir gün beş gün derken altı ay delikanlı saraya balık götürüp altın almış. Altı ayın sonunda biriken altınlara bakıp, balıkçılıktan caymış. Caymış ama bu arada valinin kızı da balıkçı delikanlıya âşık olmuş. Çünkü delikanlı pek yakışıklıymış. Gerçi delikanlı da kızı beğenmiş ama vali kızının bir balıkçıya ilgi duyacağı aklına bile gelmemiş. Delikanlı balık tutmayınca saraya uğramaz olmuş. Saraya uğramayınca vali kızı hastalanıp yatağa düşmüş. Doktorlar derdini anlamamışlar. Hizmetine bakan kızlara, “Sultanın söylediklerine dikkat edin,” demişler. Bir gün sultan hanıma, aşçısı, “Ne yersiniz?” diye sorunca içini çekip, “Ah balık olsa yerdim,” demiş. Sonra, “Balıkçı ağını atar Tuna’ya, boyu benzer sunaya‘ diye başlayan bir türkü vardır bilir misin?” diye sormuş. Aşçı eskiden her gün saraya gelen balıkçı güzelini hatırlamış. Sultanın hastalığının başlamasının onun artık gelmemesiyle ilgili olduğunu da anlamış. Koşa koşa gitmiş valinin karısına…
Ertesi gün vali, balıkçı güzelinin babası balıkçı dedeyi araba gönderip sarayına getirtmiş. Kahveler, şerbetler ikram etmiş. Dereden tepeden konuşurken, oğlunu evlendirmek isteyip istemediğini sorup, sultan hanımın hastalığını anlatmış. Balıkçı dede güngörmüş adammış, “Vali Paşam,” demiş, “kız da senin oğlan da. Bildiğini yap. Yalnız söyle hanım sultana, gün gelir küserse balıkçı oğlu balıkçı, diye sitem etmesin. Okumuş çocuktur, küser.” Vali, kızının âşık olduğu delikanlının okumuşluğuna ayrıca sevinmiş.
Düğünler kurulmuş, hastalar iyileşmiş. O günden sonra da Tuna kenarında insanın değeri bilinmiş.
Ya delikanlının annesi, acaba oğlunun mutluluğunda balıkçılığın payını öğrenmiş mi?
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.