Günün Masalı: 13 Kasım; Yer Yarılsa Yere Girse

Var varanın, sür sürenin, izinsiz bağa girenin hali yamandır derler. Parasız lonkantaya giden kalırmış aç, sen bana başka bir kitaptan sayfa aç. Vara vara varalım, güzelleri görelim, çiçekleri derelim, biraz..

Günün Masalı: 13 Kasım; Yer Yarılsa Yere Girse
Yayınlanma: Güncelleme: 54 okuma

Var varanın, sür sürenin, izinsiz bağa girenin hali yamandır derler. Parasız lonkantaya giden kalırmış aç, sen bana başka bir kitaptan sayfa aç. Vara vara varalım, güzelleri görelim, çiçekleri derelim, biraz hayal kuralım. 

Bir zamanlar bir ülkede iki kardeş varmış. Kardeşlerin anası babası ölünce kalmışlar kimsesiz. Bir zaman birlikte çalışmışlar, birlikte yaşamışlar ama pek de geçinememişler. Büyüğü demiş ki: “Bak kardeşim, Tanrı kardeşi kardeş yaratmış, kesesini ayrı yaratmış. Biz ayrı ayrı şehirlere gurbete çıkalım, çalışalım, kazanalım, kısmet olursa yine kavuşuruz.” Küçük kardeş ne desin, boynunu bükmüş. Ertesi sabah vedalaşıp ayrılmışlar. Ağabey gittiği şehirde çalışmış, çabalamış, talihi yardım etmiş zengin bir kadınla da tanışıp evlenmiş. Zengin olmuş… Hanlar, hamamlar sahibi olmuş da eski günlerini unutuvermiş. Bir gün şehirde gezerken yoksul bir çocuk görünce kardeşini hatırlamış. ‘Acaba kardeşim sağ mı, öldü mü? Ne yaptı, durumu nasıl?’ diye merak etmiş. Adamlar çıkartmış, aratmış. Küçük kardeşi bir şehirde hamallık yaparken bulmuş, ağabeyinin konağına getirmişler. Delikanlı konağa girince kılığından kıyafetinden utanmış da ayakları dolaşmış. Ağabeyi de gelir gelmez, bir sarılmadan, hal hatır sormadan: “Eee, birader, söyle bakalım ne yaptın bunca yıl? Kaç evin, kaç hanın var?” diye sormaz mı? Zorlukla, “Hiçbir şeyim yok, hamallık yaptım. Ne işten ne dişten artmadı” demiş. Ağabeyi bağırmaya başlamış: “Seni tembel seni. Demek bunca yıl yan geldin yattın. Yoksa neden hamal kalacaksın…” Delikanlı, ağabeyinin bağırmasından öyle utanmış öyle utanmış ki, “Ah yer yarılsa da yerin dibine geçsem,” demiş. Ve birden kendini yerin dibinde karıncaların arasında bulmuş. Karıncalar ona burada ne aradığını sormuşlar. O da yoksulluğundan nasıl utandığını, ağabeyinin onu nasıl aşağıladığını anlatmış. Karıncalar, “Yoksulluk ayıp değil,” demişler. “Zenginlik de övünülecek şey değil, asıl önemli olan paylaşmak, birlikte çalışmak.” Sonra kanıncaların nasıl yaşadıklarını anlatmışlar. Sonunda iki torba tohum verip yeryüzüne yollamışlar. Delikanlı bir tarlaya emek ortağı olmuş, ekmiş tohumunun birazını, öyle bol ürün almış ki şaşmış. Kısa sürede zenginleşmiş. Ve bir gün öteki tohum torbasının ağzını açmış ki silme altın para. Karıncaların söylediklerini anımsayıp, yoksullara bedava aş dağıtan aşhaneli, yoksullara bakan hastaneli bir konak yaptırmış. Tarlalar alıp çalışanları kazanca ortak etmiş. Tam bu işleri düzenlediği gün, rastlamış ağabeyine. Ağabeyi, “Nereye kayboldun?” demiş, kardeşindeki değişikliği fark etmeden, 

Artık hamallık yapma, istersen benim yanımda çalışabilirsin.” Delikanlı tam, ‘Ağabeyim seviyormuş beni,’ diye düşünürken, “Elbet kardeşim olduğunu söylemeyeceksin kimseye,” diye eklemiş. Delikanlı üzüldüğünü belli etmemeye çalışarak, “Gel evimde birlikte bir yemek yiyelim ağabey,” demiş. Alıp konağına götürmüş ağabeyini. Ağabeyi, kardeşinin kısa sürede zengin oluşuna sevinmiş. Bu parayı nasıl kazandığını da sormuş. Delikanlı, karıncaları, öğütlerini, zengin olunca yoksullar için yaptıklarını açık yürekle anlatmış. Ağabeyi gülmüş, “Sen aptalsın,” demiş, “tam biraz rahat edecekken, başkalarını düşünmek de ne oluyor. Ah ben alacaktım ki o altınları.” Kardeşi, “Aman ağabey ihtiyacın yok ki,” demiş. Ağabey, “Öyle deme, öyle deme, paranın fazlası olur mu hiç?” diye gülmüş. Sonra da, “Ah yer yarılsa da yerin dibine giriversem” demiş. O da yerin dibine karıncaların yanına gitmiş. Karıncalar neden burda olduğunu sorduklarında gülerek, “Buraya gelene bir çuval altın verdiğinizi duydum,” demiş. Karınca yine dayanışmanın önemini anlatmaya çalışmış, sonra da, “Biz kimseye altın vermiyoruz, tohum veriyoruz, o tohumlar alanın çalışmasına, düşüncesine, duygularına göre biçimleniyor,” demiş. Ağabey bundan bir şey anlamamış. “Her neyse ben de isterim, bana da verin,” diye yalvarmış. Karınca hemen vermiş torbaları. Sonra, “Sen nasılsa zenginsin,” diye uyarmış onu. “İyi düşün, yaşama amacını hesapla. Torbaları açmadan ne yapmak istediğini anlat torbalara.” Ağabey, “Böyle yaparsam çoğalır mı?” diye sormuş heyecanla. Karınca, “Çoğalır çünkü tılsımlıdır,” yanıtını vermiş. Ağabey konağına varır varmaz bir odaya kapanmış torbalarıyla. “Çoğalın, odaları kaplayın, çoğalın ben dünyayı yöneteyim, çoğalın en zengin ben olayım, yoksulları bu şehirden kovayım,” diye anlatmaya başlamış düşlerini. Ve bir anda havalanıvermiş konak ve bir dağ başına konuvermiş. Zengin ağabey bir başınaymış. Ne altınlarını harcayacak bir yer, ne bir insan. Bir ses, “İnsanın değerini anlayana kadar burda kalacaksın,” demiş. “Şimdi yaşa bakalım olanca zenginliğinle bir başına.” 

Ne dersiniz, bizim zengin ağabey insanın değerini çabuk öğrenmiş midir? 

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.