Ben bilirim, ben bilirim. Ben horozların sabahları, tabii köylerde, öterek insanları uyandırdığını bilirim. Sen sevgili, minik, dünya bilmez terlikçiğim, sen bilmezsin. Ben horozların süslü kuyruklarını bilirim. Ama horozların dövüştüklerini bilmezdim…
Ben bilirim, ben bilirim. Ben horozların sabahları, tabii köylerde, öterek insanları uyandırdığını bilirim. Sen sevgili, minik, dünya bilmez terlikçiğim, sen bilmezsin.
Ben horozların süslü kuyruklarını bilirim. Ama horozların dövüştüklerini bilmezdim. Bir öyküde okudum. Biraz üzüldüm.
Öykünün yazarının adı: Fazıl İskender. Hayır Türk değil Abhaz. Abhazlar Gürcistan Cumhuriyeti‘nde yaşıyorlar. Fazıl İskender, Horoz adlı öyküsünde çocukluğunda gördüğü bir dağ köyünü ve tanıdığı bir dövüş horozunu anlatıyor. Köye akrabalarının yanına tatil geçirmeye gitmiş. Civcivlere saldıran çaylakları korkutmaya çalışıyor, bu işi yapmak için de günde iki yumurta içiyormuş.
Terlikçik, eskiden çocuklara çiğ yumurta içirilir, bu besinin onları güçlendireceğine inanılırmış. Çaylak ne mi, çaylak küçük hayvanlarla beslenen yırtıcı bir kuş. Fare benzeri hayvanlarla beslendiği için yararlı ama çiftliklere de zarar verir. Çünkü civcivlere saldırır. İşte çocuk Fazıl İskender, bu saldırgan kuşu bağırıp çağırarak, kollarını sallayarak korkutmaya çalışıyormuş.
Fazıl İskender, taze çiğ yumurtayı nasıl içiyormuş biliyor musun terlikçiğim, bak dinle, “Mutfağın arkasında hasırdan örme sepetler asılı dururdu. Tavuklar avludan içeri girer, bunların içine yumurtlarlardı. Duvardaki sepetlere yumurtlamaya nasıl alıştırılmışlardı, bugün bile aklım ermez. Neyse… Ben ayaklarımın ucuna basarak yükselir, sepetlerden birindeki yumurtaya dokunurdum. O sırada kendimi inci peşindeki Bağdat Hırsızı gibi hissettiğime kalıbımı basarım. Yumurtayı duvara vurmamla tepeme dikmem bir olurdu. Ben böyle yaparken tavuklar çığlık çığlığa yumurtlarmış kime ne! Yaşam bununla anlamlı, bununla güzeldi. Taze hava, taze besin…”
Fazıl İskender‘in çiftlikteki tek düşmanı horozmuş. Bu horozun tüyleri kızıl, bakışları sinsiymiş. Çaylağa bile kafa tutacak kadar gözüpekmiş. Çocuk ne zaman avludan geçse peşine takılır korkutmaya çalışırmış. Ve bir gün saldırmış çocuğa.
Çocuk elindeki mısır ekmeğinden atmış önce, horoz ekmeği yemiş ama saldırıyı da sürdürmüş. Fazıl İskender şöyle anlatıyor bu saldırıyı: “Ama o bana mısın demedi, bir sıçrayışta yana kaçtı, erkek kaz gibi boynunu uzatarak gözlerini gözlerime dikti. Bu sefer sopayı kafasına fırlattım. Ne yazık ki vuramamıştım. Horoz daha çok havaya sıçradı, kendi dilinde lanetler yağdırarak üzerime çullandı. Kızıl tüylü bir öfke yumağı saldırdıkça saldırıyordu. Hemen oradaki tabureyi kaptım, savunmaya geçtim. Horoz o öfkeyle tabureye nasıl çarptıysa, kafası kesilmiş ejder gibi oracığa yığılıverdi.”
Horoz evin misafirine saldırmayı sürdürüyormuş. Bir seferinde de orasını burasını Öyle bir gagalamış ki, çocuk kan içinde kalmış. O zaman evsahibi horozun kesilmesine karar vermiş. Bizim Fazıl İskender de Abhas usulü acılı ceviz soslu horozu afiyetle yemiş.
Sevgili terlikçik, yazar horozu anlatırken biraz üzülüyor. Horozun dövüş horozu olduğunu ama kendine dövüş eşi olarak insanı seçmesinin yanlışlığını vurgulayarak anlatıyor öyküsünü.
Hadi terlikçik uyu, uykunda dövüşçü horozları değil, güvercinleri gör.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.