Günün Masalı: 12 Eylül; Küçük Tencere

Eskiden yoksul bir ana ile kızı varmış. Küçük bir kulübede oturuyor, geçimlerini yaşlı ananın eğirdiği ipliklerle sağlıyorlarmış. Bu iplikleri genç kız pazara götürür satarmış. Böylece yarı aç yarı tok yaşayıp..

Günün Masalı: 12 Eylül; Küçük Tencere
Yayınlanma: Güncelleme: 94 okuma

Eskiden yoksul bir ana ile kızı varmış. Küçük bir kulübede oturuyor, geçimlerini yaşlı ananın eğirdiği ipliklerle sağlıyorlarmış. Bu iplikleri genç kız pazara götürür satarmış. Böylece yarı aç yarı tok yaşayıp gidiyorlarmış. 

Günün birinde eğrilen iplikleri iyi bir paraya satan genç kız, eve yiyecek öteberi almadan pazarı dolaşmaya çıkmış. Pazarda dolaşırken bir dükkânda gözüne bir tencere ilişmiş. Bir ayna gibi pırıl pırılmış bu tencere. Kız, elindeki bütün parayla tencereyi satın almış. 

Eve gelince, annesi, yiyeceklerin nerede olduğunu sorunca o da elindeki küçük tencereyi göstermiş. Annesi de kızıp, yiyecek olmayınca tencere ne işe yarar? diyerek tencereyi pencereden dışarı fırlatmış. 

Küçük tencere evin önündeki kaldırımın kenarına tekerlenip kalmış. Bunu o sırada bir doğumdan dönen ebe hanım görüp almış, evine getirmiş. Karnı aç olduğu için hemen dolma yapıp bulduğu tencerenin içinde pişirmiş. Tam yiyecekken bir doğum için çağırmışlar. Ebe yolda yerim diyerek dolma tenceresini yanına almış. Yolda giderken torbasının üstüne yerleştirdiği tencere düşmüş. O sırada kulübedeki genç kız, tencerenin ne olduğuna bakmak için sokağa çıkmış. Annesi daha uyuyormuş. Küçük tenceresini kapının önünde görünce çok sevinmiş. Kapağını açınca içinin dolmayla dolu olduğunu görmüş. Hemen boşaltıp, annesi uyanmadan tencereyi yeniden kapının önüne koymuş. 

Olacak bu ya, o gün de padişahın karısının hamama gitme günüymüş. Sultan hanım, kabarık hamam bohçaları ile arap dadıyı yanına alarak saltanat arabasına kurulmuş. Çıngıraklı saltanat arabası kulübenin önünden geçerken sultan hanım, kaldırımın kenarındaki küçük tencereyi görmüş. Arabayı durdurup dadısına tencereyi aldırmış. 

Sultan hanım hamamda soyunup dökünerek takıp takıştırdığı bütün incilerini, elmaslarını, altınlarını yolda bulduğu küçük tencerenin içine yerleştirmiş. Kapağını sıkıca kapatıp dadısına teslim etmiş. 

Sultan hanım yıkandıktan sonra üstünden çıkardığı ipek giysilerini, sırmalı kaftanını bohçalatıp yenilerini giymiş. Ama mücevherleri takmamış. İçinde mücevherlerin olduğu tencereyi yanına alıp arabaya binmiş. Arabada mücevher dolu küçük tencere ile ipek giysilerin bulunduğu bohça dadının kucağında duruyormuş. Geçtikleri yol, bozuk olduğundan araba ikide bir sarsılıyormuş. Sarsıntıyla sultan hanımla dadı uyumaya başlamış. Araba tam kulübenin önünden geçerken bohçayla üstündeki küçük tencere dadının kucağından kayıp yere düşmüş. İkisi de bunu anlamamış bile. 

Kulübedeki yoksul kız o sırada sultanın hamamdan dönüşünü görmek için kapıya koşmuş. Kapıyı açtığında bir de ne görsün, inci işlemeli kabarık bir bohça ile küçük tenceresi karşısında durmuyor mu? İkisini de kimse görmeden içeri almış. Bohçanın içinde renk renk, yumuşacık giysiler varmış. Tencerenin içiyse tıka basa mücevher doluymuş. O da ne yapsın, kısmetim ayağıma geldi diyerek prensesler gibi giyinip mücevherleri takınmış. Küçük tencereyi de annesinin görmemesi için üzülerek kapının önüne bırakmış. 

Ertesi gün şehzadenin hamama gitme günüymüş. Şehzade lalasını yanına alıp saltanat arabasına binerek hamamın yolunu tutmuş. Kulübenin önünden geçerken kaldırımın kenarındaki küçük tencereyi görmüş. Hemen lalasına aldırmış. Hamama gidip yıkandıktan sonra temizlenip tıraş olmuş. Tam arabaya dönüp saraya dönecekleri sırada lalanın elindeki küçük tencere pat diye yere düşüp yuvarlanmaya başlamaz mı? Şehzade de yuvarlanan tencerenin peşine düşmüş. Küçük tencere kulübenin kapısına gelince durmuş. Şehzade, bir pırıl pırıl parlayan küçük tencereye bir de tahtaları kararmış yoksul kulübeye bakmış. Pek bir anlam verememiş. ‘Acaba burda kim oturuyor?’ diye düşünmüş. Sonra kendi kendine, ‘Mutlaka kazma dişli bir kocakarı yaşıyordur,’ diye gülmüş. 

Tam tencereyi yerden alıp ordan uzaklaşırken kulübenin kapısı açılmış. Kapıyı açan çok güzel bir genç kızmış. İpek giysilerini paha biçilmez mücevherler süslüyormuş. Şehzade şaşkınlıktan kekeleyerek: 

Siz kimsiniz? diye sormuş. 

Kız, sessizce gülümseyerek: 

Elinizdeki tencerenin sahibi, demiş. 

Delikanlı, büyülenmiş gibi, tencereyi kıza uzatmış, kız da tencereyi alıp şehzadeye teşekkür etmiş. 

Saraya döner dönmez, padişah babasına kulübede gördüğü genç kızla evlenmek istediğini söylemiş. Padişah da üç çifte atın çektiği çıngıraklı saltanat arabasını kulübenin kapısına göndermiş. Kız, annesiyle saltanat arabasına binip saraya gelmiş. O gün düğün dernek kurulup evlenmişler. 

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.